RSS
twilighttimecapsule.com
February 18, 2025
Sertifikalı

Şimdi Oluşan Sorunlar İçin Neden Geçmişe Bakılıyor? – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler 1

maximios
0 5
Share

        Şimdi Oluşan Sorunlar İçin Neden Geçmişe Bakılıyor? Yaşadığımız her şey için aile dizimi mi öneriyorsunuz? Oysa durum bugüne ait ve çözümü de şimdiyle ilgili olamaz mı?

Öncelikle, hiçbir zaman yaşadığımız her şey için aile dizimi önermiyoruz. Sadece belirli problemlerin sistemik kökenlerini anlamak ve şifalandırabilmek için bu çalışmayı önerebiliriz.

Diğer yandan, bu sorunun yanıtı oldukça kapsamlı olmak zorundadır. Sadece aile dizimini içermeyen birtakım yaklaşımlara ve azıcık da olsa felsefi birtakım tartışmalara da gebe bir soru.

Çerçeveyi biraz dar tutabilmek ve aile dizimi sınırlarını fazlaca aşmamak kaydıyla bir “sorun” nedir “durumlar” nasıl oluşur konusunda biraz konuşmak gerekecek. Bir insan nasıl oluşur ve nasıl bir kişilik ortaya çıkar kısaca düşünmemiz gerekecek.

Bir insanı oluşturan pek çok öge ona ailesi tarafından verilir. Her şeyden evvel bedeni genetik materyaller aracılığıyla ailesinden ona gelir. Ailesinin genetik özelliklerinin bileşimi çevresel etkenlerin de katkılarıyla o kendine has bireyi yaratır. Ayrıca kişi anne babası aracılığıyla onların hayata bakışını, inançlarını, değerlerini, onların kendi anne ve babalarından öğrendiklerini ve getirdiklerini de doğrudan yahut dolaylı olarak edinir.

Bir insan kendisini ne kadar özgün ve biricik hissederse hissetsin –ki hakikaten, özünde öyledir- aslında kendisinden evvel mevcut olan koşulların içerisinde doğar. O koşullar genetik, psikolojik, ekonomik, kültürel ve dini pek çok etken içerir ve kişi bu çevresel etkilere maruz kalarak şekillenir.

Bunun anlamı şudur: ânın içerisinde karşımıza çıkan sorunların pek büyük bir kısmını yaratan etkenlerin kökenleri biz doğmadan beridir var olan pek çok faktörle alakalıdır. Evet, çözüm her zaman içinde var olduğumuz anda mevcuttur.

Ancak kökenleri o ânın öncesinde mevcut olan ve biz doğmadan beridir var olan pek çok faktör bizi fark etmesek de bizleri etkilemektedir.

Aile dizimi geçmişte olan olaylara odaklanıyor gibi görünse de bunu her zaman bu anın içerisinde farkındalığımıza sunar. Ve biz doğduğumuzda çoktan olup bitmiş olayların bizim kişiliğimizi ve duygu dünyamızı bilinçdışı bir şekilde nasıl etkilediğini şimdi ve burada anlarız.

Mesele durumların ve sorunların hangi ana ait olduğu değildir. Mesele her zaman için bizim sorunları yaşarken onların çözmeyi ve anlamayı arzuladığımız hakiki sebeplerini gerçekten algılayıp algılayamadığımızda yatıyor.

Şimdi Oluşan Sorunlar İçin Neden Geçmişe Bakılıyor?

Bir sorun hiçbir zaman ânın içerisinde gerçekleşemez. Sorunlar her zaman geçmişten kaynaklanmak zorundadır. Anda sadece çözüm mümkündür. Ve aile diziminde yapılan şey bütünüyle budur: Kökleri geçmişte olan sorunlarımızı anlamak üzere ailemizin geçmişine bakmak.

Ailemizde yaşamış ya da yaşamakta olan ve bizden yahut sorun ortaya çıkmadan evvel var olan gerçek insanlarla bizim yaşadığımız sorunun arasındaki bağlantıyı ortaya çıkartmak.

Bunu anlamak için şöyle bir örnek verebiliriz. Biz bir gölün yüzeyindeyiz ve suyun yüzeyinde üzerinde durduğumuz kayık su alıyor. Şimdiki ânı suyun yüzeyi olarak düşünecek olursak ve sorunu suyun yüzeyinde ararsak olacak şey batacağımız ve sorunu daha da ilerideki bir zamana da taşıyacağımızdır. Oysa sorun yüzeyin görünmeyen derininde (teknenin altındaki bir delikten kaynaklanmakta) yani geçmişte yatmaktadır.

Aile diziminde yaptığımız şey sorunu anlamak üzere derine inmek ve suyun dibine dalıp bakmaktır. Elbette suyun dibinde kalmanın ve orada bir şeyleri düzeltmeye çalışman anlamı olmayacaktır. Sadece sorunu görüp tespit etmek üzere geçmişle bu an içerisinde bir bağ kuruyoruz. Ve var olabileceğimiz tek zaman olan anın içerisinde hayatımıza devam ediyoruz. Ancak dipte ne olduğunu anlamak üzere bir dalış gerekli olabiliyor.

İçinde bulunduğumuz an yaptığımız şeyler sonrası için bir sorun teşkil edebilecektir. Ne ekersen onu biçersin deyişinde olduğu gibi… Tüm karma felsefesini de özetleyen bu deyişte olduğu gibi bizden evvel yaşamış olan aile üyelerimizin yaşadıkları bizim hayatımız da dâhil olmak üzere gelecekte birtakım sonuçlar üretmektedir.

Bunu ortaya çıkartıp bu an içerisinde anlamlandırabilmek üzere aile dizimi çalışması yapıyoruz. Yoksa geçmişteki herhangi bir sorunu başka bir zamanda ve başka kişilerle çözmeye yeltenmiyoruz. Bu hem anlamsız olurdu hem de imkânsız.

Sadece bizim aile sistemimize dâhil olan aile fertlerinin başına gelmiş olayların bugüne kadar uzayan etkilerini anlayarak ve anladığımız şeyi simgesel olarak bilinçaltımıza kaydederek bu an içersinde var olan bir insan olarak şimdide çözüm bulmuş oluyoruz. Çözüm her zaman için şimdide gerçekleşiyor kısacası.

February 18, 2025
Sertifikalı

Masumiyetten Canavarlığa! – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

maximios
0 6
Share

Kısacası bir yetişkin hiç yanlış yapmama, her zaman doğru şeyi yapma, ya da günahsız yaşama çabası içerisinde ise halen çocuksu saflığından vazgeçmek istemektedir. Çocukluğuna ve daha derinde onun niteliği olan sorumsuz olma halinde kalmaya istekli demektir. Anne-babasının onun adına karar vermesinin yarattığı rahatlığı bırakmaya istekli değil demektir. Çünkü çocuk vasilerinin vesayeti sayesinde aslında sorumluluk sahibi olmadan kalır.

Oysa büyümek hatalara yapmak ve o hatalardan öğrenerek neyin doğru-yanlış olduğunu deneyimleriyle anlamış olmak demektir. Dolayısıyla bir çocuk büyüdükçe risk alabilmeli, kendisine yanlış olduğu söylenen şeyleri denemeye başlamalı ve ortaya çıkan sonuçlardan ve içsel olarak neler hissettiğine bakarak bir daha yapıp yapmaması gerektiğine kendisi karar verebilmelidir.
Utanç, suçluluk ve çekilen çile büyümenin belirtisidir.Bir birey eğer büyürken ve büyüdükten sonra sadece kendisine doğru denilen şeyleri yaparak yaşıyorsa esasen hatalarının yarattığı  suçluluk duygusundan kaçınıp, bu duyguyu hazmedip onun ötesine doğru gelişmekten kaçınarak masumiyetinin güvenli mağarasında kalmayı tercih etmiş demektir.

Masum hisseden yetişkinler halen belirli bir fikre, ahlaka, inanca ya da gruba bağlı hisederek bireysel sorumluluklarından vazgeçme eğilimindedirler. İnsanlık için çok ciddi problemleri masum hissedip suçluluk duygularıyla yüzleşmekten kaçınan ve yaptıklarının bedelini üstlenmeye isteksiz yetişkinler yaratır. Hem kendileri için hem de çevreleri için her zaman baskı unsuru olurlar ve kendileri gibi olmayanları her zaman eleştirip yargılama eğiliminde olurlar.

Daha dikkatlice bakacak ve düşünecek olursak bu saf kalma,masum olma, esasında sorumsuz kalma ve sorumluluktan kaçınma davranışını en çok kullananların idelolojiler ve dogmalar olduğunu görebiliriz. Belki de idelolojilerin ya da dogmaların var olma sebebi tam da insanların saf kalma, masum kalma daha ileri giderek söyleyelim sorumsuz olma arzusudur. Öyle olmasa çocuk ruhuna sahip bir yetişkin kalıp kesin doğru ya da yanlışlar içeren bir fikir çerçevesi tanımlamak istemeyebilirdi. Dogmalar ve ideolojiler, çocuk için ebeveynlerin işlevi neyse yetişkinler için de aynı işleve sahip olur. O ideoloji yahut dogmanın neferi, doğru şeye ait hisseden kendinden menkul bir “masumiyete” sahip olan yetişkindir. Tüm “günahlar,” “yanlışlar,” “hatalar” o ideolojiyi anlamamış ya da kabullenememişlerin sorunudur!

Her türden dogmanın gördüğü işlev esasında sorumsuzluk arzusunun tatminidir. Çocuk kalma arzusuna sahip zihinlerin, yaptıklarından sorumlu olmaktan kaçınan insanların psikolojisinin en güzel şekilde sömürüldüğü alan budur. Çünkü dogmalar, onlara uyulduğunda insanı sadık ve aitmiş gibi hissettirir. O dogmanın ona uymayanlara karşı tavrının ne olduğunun bir önemi yoktur. Bu sorgulanmaz bile. Sorgulanan herhangi bir şey dogma olamaz zaten! Çocuklar da ebeveynlerini sorgula(ya)mazlar. çocukken sağlıklı olan şey büyüyünce sağlıksızlığın en büyük göstergesidir.

Belirli bir dogmanın talep ettiği sınırların dışında kalan insanlara karşı hukuken, etik olarak ya da vicdanen kötü şeyler yapıp yapılmasının bir önemi yoktur, onun içerisinde kalanlar için. Yani belirli bir dogmaya inanan ve ait hisseden bir kişi sadece kendi paradigması içerisinde “saf” kalabileceğini anlayamaz. Ve ahlaki ya da etik olarak kabul ettiği şeyin aslında sadece kendisi gibi düşünen ve aynı kurallara ve ilkelere sadık insanların meselesi olduğunu anlayamaz ve kabullenemez.

Büyüklerin, yetişkinlerin masumiyete, sorumluluktan kaçınmaya olan eğilimi aslında faşizm, komünizm – ya da sonunda herhangi bir “izm” bulunan herhangi bir katı ideolojinin, insanın insana eziyetinin en büyük kaynaklarından birisidir.

Elinde füzeler, bombalar, ordular olan bir çocuk düşünün. Tüm dünyayı kendi inandığı doğrulara ikna etmeye kararlı bir çocuk. Çünkü kendi doğruları dışında başka doğrular olduğunda, kendi yaptığının yanlış olabileceği düşüncesinden hoşlanmayacaktır, belki korkacaktır o “çocuksu” ruh. Ve diğer düşünce ve inanç sistemlerini anlamak üzere bakacak olursa, kendi inancının yanlış bazı yönleri olabileceğini baştan kabul etmek zorundadır. O zaman kendi inançlarına ve doğrularına bütünüyle bağlı kalmasının sonucu olarak, başka dogmalara sahip insanlara yanlış davranmış ya da onlara zarar vermiş olabilir. Bu durumda olacak şey suçluluk hissetmektir. Ve insan kendini suçlu hissettiğinde artık o duygudan kurtulmak için bir şeyler yapmak zorundadır. Ya kendisiyle yüzleşecek yahut bir daha aynı şeyi yapmamanın yollarını arayıp bulacaktır.

Ancak kendi masumiyetine sadık ve yaptıklarının ya da inandıklarının yanlışlanabilir olabileceğine karşı direnci olan bir insan, kendini her zaman ve her koşulda suçsuz, sadık ve saf hisseden bir kimse elbette suçluluk hissetmekten kaçınacaktır. Karşı tarafın zalim ve kendisinin masum olduğunu hissetmekte ısrar edecektir.

Bu durumda, olan yanlışlar kendisinden değil başkasından kaynaklanmış olmak zorundadır! Kendisi mağdur ve mağrur ve diğeri ise suçludur,yanlıştır…

Diktatörlerin en çok kullandıkları şey budur. Kendisinin “yani temsil ettiği topluluğun” sahip olduğu değerlere sadık olanlar her zaman “doğru eşyi” yaparlar ve bunu yapmayanlar ise “sorunu” yaratanlardır. Bu durumda kitlesel olarak karşıdaki düşmanı yok etmek mubah olacaktır! Birey kaybolur, sadece inançlarının saflığından emin olan saldırgan bir kitle vardır artık. Ve saldırgan kitleden herhangi bir bireyi alıp sorguladığınızda gayet güzel yaptıklarını savunacaktır ve hiçbir zaman kendisinin sorumluluğunu kabul etmeyip üstlerinin ondan istediğini yaptığını söyleyecektir.

Nazi subaylarına yaptıkları katliamlar sorulduğunda sadece emirleri yerine getirdiklerini söylemişlerdir. Yaptıklarının sorumluluğunun kendilerinde olduğunun farkında bile değillerdir.

Aynı şekilde Alman toplumunun, eğitimli ve kültürlü bir Avrupa ulusunun nasıl olup da sadece dini yahut ırksal kökeni nedeniyle insanların katliama uğratılırken bir şey yapmadıklarını açıklayamadıkları gözlemlenmiştir. Alman ırkının saflığı ve bozulmamışlığı üzerine söylevlere inanıp diğerinin saf olmadığını kabul etmiştir o dönemdeki Almanlar. Dolayısıyla birer çocuk gibi Alman ailesinin üyesi hissedip Nazilerin onlar adına davranmasına izin vermişlerdir. Kendilerini masum hissetmeseler, yapılanların kendi siyasi seçimlerinin sonucu olduğunu algılayabilseler muhtemelen buna izin vermeye istekli olmazlardı. Siyasetteki vesayet rejimi tam olarak toplumların sorumluluklarını elinden alan bir niteliğe sahiptir. Kitle sorumsuz hisseder ve “sorumlu”lar da özgürlük kazanır. Bu sayede istediğine şiddet uygulayabilir! Toplum da şiddete uğramamak için denileni yapar. Masum kalma arzusunun sonucu, vesayet ve sonrasında da esarettir.

Eğer yaşamınızda kendinizi birtakım fikirlerin, duyguların, inançların ya da koşulların sizi mahkum ettiğini hissediyorsanız masum kalmaya çalışan ve yanlış yapmaktan korkan, yaptığı yanlışların sorumluluğunu almak istemeyen bir çocuk vardır.O çocuk büyümemiş ve olgunlaşmamıştır.Kendi yaptıklarının sorumluluğunu almak ve tercihlerinin ardında durmaktan kaçınmaya çalışmakta olan, masum hisseden bir çocuk vardırO çocuk, zamanında çevresini suçlamak istemiş, kendini güçsüz hissetmiş ya da büyüklerin kendisini koruyup sorumluluğunu almasını arzulamış olabilir; bu o zaman için kabul edilebilir ve olması gereken bir şeydir. Ama artık yetişkin olmasına rağmen hala bir çocuk gibi hissedip “ben masumum,” hayattaki diğer herkes suçlu, onlar yanlış yapıyorlar diyen bir insan aslında geçerli bir mazereti olmayan büyümüş insandır. Artık onun sorumluluğu, içinde yaşayan bu masum hisseden çocuğu büyütmektir.

Aksi halde her zaman çevresinin onda yarattığı etkilerin esiri olmaya devam eder.

Psik. Dan. Erdoğan Şemsiyeci

NOT: Yazının devamı da var… Bir sonraki yazı..

February 18, 2025
Sertifikalı

Email Protection | Cloudflare

maximios
0 7
Share

The website from which you got to this page is protected by Cloudflare. Email addresses on that page have been hidden in order to keep them from being accessed by malicious bots. You must enable Javascript in your browser in order to decode the e-mail address.

If you have a website and are interested in protecting it in a similar way, you can sign up for Cloudflare.

February 18, 2025
Sertifikalı

Vicdan, Suçluluk ve Kader Üzerine – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

maximios
0 6
Share

Bir hadis vardır: “Kötülük, vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.”

Bu ne demek? İnsanın kimsenin bilmesine izin vermediği şeyi bilen ve reddetmeyen tarafıdır vicdanı. Biraz daha açarsak vicdan içimizdeki diğerleridir.

“Diğer” dediğimiz insanlar aslında içimizdedir. Onlar adına kendimizi yargıladığımız yargıcımızdır, vicdan.

Kimseyi dışlayamayız. Dışladığımız kim yahut ne varsa vicdanımıza dönüşecektir. Kendimizi açmaktan çekinmediğimiz, özgürce ifade ettiğimiz ve dolayısıyla başkalarına zarar vermediğine inandığımız şeyler, kendimizle ilgili kabullenmeye hazır olduğumuz yanlarımızdır. Gizli kalmış, saklanması gerektiğine inandığımız, utandığımız, izin veremediğimiz yanlarımızı bastırırız.

Burada hassas bir ayrım da söz konusu: Hangi eylemler ve durumlar hakiki bir vicdani mesele olmalı, hangileri koşullanmalarla oluşuyor? Mesela, kimi toplumlarda kadın ve erkek o kadar toplumsal kurallarla birbirlerinden ayrılmışlardır ki, cinsellik, aşk gibi son derece meşru bir şey dahi utanılacak ve saklanacak bir şeye dönüşebiliyor.

İnsanların bilinçli olması gerektiği alanlarda koşullanmalar devreye girince, vicdan başkalarının değer yargılarını incitmeme, onların kaldırabilecekleri ahlaki değerleri sarsmama adına da devreye giriyor. Suçluluk duygusu üretiyor.

Suç değil, suçluluk…

Bu ayrım önemli. Suç diğerine karşı işlenen bir şeydir. Suçluluk ise kişinin kendisi için yaptığı bir tercihin başkasının duyguları üzerindeki etkisinden kaynaklanan üzüntüdür. Kişinin kendisine vermekten utandığı bir şeyin bedelidir daha çok.

Oysa vicdan, işlevsel olarak dışlanmış ve saklanmaması gereken şeyleri açığa çıkartmada diğerleri adına içimizde taşıdığımız sorumluluk duygusudur. Suçu işlemişizdir, kötülüğü yapmışızdır. Bunu saklamış ve gizlemişizdir. Suçtan ve onun cezasından kaçmışızdır. Suçumuz cezasız kalmıştır ve o cezayı kendimize kesiyoruzdur.

Vicdan sadece bu durumda işlevseldir.

Suçluluk üreten şey vicdandan çok koşullanmadır. Koşullanma nedeniyle aslında bir cezası olmaması gereken bir tercih, bir eylemin başkalarını mutlu etmek adına pişmanlığa dönüşür. Kişi kendi arzularını, mutluluğunu, tercihlerini reddeder ve diğerlerinin tercihleri ve mutluluğu adına kendisini yargılar. Bu hastalıktır. Suçluluk hastalıktır. Kanser gibidir. Bu sağlıksız toplumun, değerlerin bireyi ezdiği, sınırladığı insan ilişkileri sonucudur.

Ancak vicdan gereklidir. Onun sesine kulak verilmediğinde insani bir şeyleri yitiririz. Bir başkasına verilmiş bir zarar, onun kaybettiği üzerine konulmuş bir kazanç vicdani bir sorun yaratır. İçimizdeki, bizde yansıyan “diğerleri” vicdanımız olarak bize seslenir. Onu dinlemek gerekir. Ama herkes bu sese kulak veremez. Vicdanını dinlemeyenlere ne olacak peki? Onlar da topluluk vicdanı aracılığıyla kendinden sonra gelenlere bu sorumluluğu aktaracak… Ve o topluluk vicdanı sonradan gelenlerin üstleneceği bir yük olacak.

Alakasız kişilerin ödediği bedeller yüzünden dünyanın şimdiki haline bakınca, bizim gözümüzden onun “adaletsizliklerle” dolu olduğunu düşünüyoruz. Adalet de adaletsizlikler de miras aldığımız kaderlerdir. Bu çemberin dışına sadece farkındalıkla, bilinçle çıkabiliriz. Karma denen, kader denen şeyler hep bununla alakalıdır. İçimizi aydınlatmak, arınmak, temizlenmek, maneviyat yüzleşmeler ve farkındalıklar yoludur.

Yapıp-ettiğimiz hiçbir şeyi kalbimizin derinliklerindeki hakikat düzeyinde anlamadan, çözümlemeden, onları kimseden saklama ihtiyacı duymadan açıkça ifade edebilmeye cesaret edemeden, kısacası yüzleşmediğimiz ve ötesine bakamadığımız hiçbir şey kalmayana kadar özgürlük sadece bir hayaldir.

Ve içimizde en önce kendi kendimize hakikati veremezsek kimseyle bunu paylaşamayız. Gerçek yüzleşme içseldir. Dışarıyla dolaylı ilgisi vardır. Kendi içimizde bütün olmadan evvel, diğer insanlar sakladığımız, sakındığımız kısımları temsil ederler.

Bizden önce vicdanını dinlememiş olanlardan miras aldığımız haksızlıklar kaderimizi, geleceğimizi, bugünümüzü belirler. Bu yüzden karma oluşur. Kader diye bir şeyi yüklenir ve yükleriz…

ÇARKI FELEK

Bu geçmişin geleceği belirlediği; haklının haksıza, haksızın haklıya dönüştüğü çark-ı felek ne zaman durur? Çomak sokmak ve bu çarkı durdurmak mümkün olamaz mı?

İnsanlığın bu bilinç seviyesinde tüm çarkı durdurmak imkansız. Bu çark dönüyor ve dönecek. Sadece o çarktan dışarı çıkmak, bu çarkın dışında olmayı tercih etmek mümkün olabilir. Yani çarkı durdurmak, tersine döndürmek vs. değil ondan özgürleşmek mümkündür.

Kurtuluş bireyseldir. Ancak bir birey bu çarkı fark edip onun dışına çıkmak üzere karma yaratmamayı seçerse özgür olacaktır. Ancak bunun için dahi bir seviyede bilinçli olmak gerekir. Bu da yine geçmişin etkisinin bir düzeyde nötrleşmeye başlamış olmasıyla alakalıdır.

Kısacası bu yazıyı okuyorsanız ve bu kadar ilerlediyseniz, mesela, ihtimal o ki bilinciniz ve özgürlüğe erişmeye olan hazırlık düzeyiniz, karmanın-kaderin kurbanı ve faili olma eğiliminizden daha yüksektir.

Bunun ima ettiği şeylerden birisi şudur: Bu çarkın dönmesini sağlayan enerji insanların karmalarını ve kaderlerini taşımaya olan isteklerinden sağlanmaktadır. Yani insanların çok büyük bir bölümü, kişinin tek başına taşıyamayacağı kadar büyük olayları yaratmaya devam edecek ve bu da sonradan gelen kuşakların aracılığıyla devam edecektir.

Çarkı döndüren şey geçmişte yapılmış olan insan eylemlerinin sonuçlarının bunu yapanların hayatları süresince karşılarına çıkmamış olmasıdır. Bizlerin kısa ömrümüz içerisinde anlam vermemize imkan tanımayan miyop bakışımız hayatın adaletsizliklerini görüp isyan ediyor. Ancak sürmekte olan yahut henüz ortaya çıkmamış her olay geçmişten gelen bir sürekliliğin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi yaptığımız iyi yahut kötü ne varsa çiçeklerini yarın yahut ondan sonraki zamanda ortaya çıkartacak.

Özgürlük sadece karma yaratmadan, hiçbir iz bırakmadan bu dünyada mevcut olmakta yatıyor. Bunun için geçmişin omuzlarımıza yüklediği, bize ait olmayan sorumlulukları bırakmak ve kimsenin omuzlarına herhangi bir şeyin sorumluluğunu bir yük olarak bırakmamaktan geçiyor. Sadece kendimiz olmak ve kendimiz kadar kalabilmek. Aldığımız her şeyin karşılığını vermek. Doğru prensipler çerçevesinde elbette…

SANGEET ERDOĞAN ŞEMSİYECİ

February 18, 2025
Sertifikalı

Gizlilik Politikası – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

maximios
0 7
Share

Bu gizlilik politikası, Ailedizimi Akademisi web sitesini (www.ailedizimiakademisi.com) ziyaret eden kullanıcıların gizliliğini korumak için hangi bilgilerin toplandığını, nasıl kullanıldığını ve bu bilgilerin nasıl korunduğunu açıklamaktadır.

Kişisel Bilgilerin Toplanması ve Kullanımı

Ailedizimi Akademisi web sitesi, bazı kişisel bilgilerinizi (adınız, e-posta adresiniz vb.) toplayabilir. Bu bilgiler, size hizmet sunmak, iletişim kurmak, sorularınıza cevap vermek ve web sitesinin daha iyi bir şekilde işleyişini sağlamak amacıyla kullanılır. Toplanan kişisel bilgiler, hiçbir şekilde ticari amaçlarla üçüncü taraflarla paylaşılmaz veya satılmaz.

Log Dosyaları

Ailedizimi Akademisi web sitesi, standart internet protokolü tarafından sağlanan log dosyalarını kullanır. Bu log dosyaları; IP adresiniz, tarayıcı türü, internet hizmet sağlayıcınız, ziyaret ettiğiniz sayfalar, çıkış sayfaları, tarih ve saat bilgileri gibi bilgileri içerebilir. Bu bilgiler, web sitesinin kullanımını analiz etmek, siteye yönelik trendleri takip etmek ve demografik bilgileri toplamak amacıyla kullanılır. Bu bilgiler, kişisel olarak tanımlanabilir bilgiler içermez ve gizlilik politikasına tabidir.

Çerezler (Cookies)

Ailedizimi Akademisi web sitesi, çerezleri kullanabilir. Çerezler, ziyaret ettiğiniz web sitesi tarafından yerleştirilen küçük metin dosyalarıdır. Bu çerezler, web sitesinin kullanıcı tercihlerini hatırlamasına, site trafiğini analiz etmesine ve ziyaretçilere daha iyi bir kullanıcı deneyimi sunmasına yardımcı olur. Çerezleri kabul etmek veya reddetmek için tarayıcı ayarlarınızı düzenleyebilirsiniz. Ancak, çerezleri devre dışı bırakmanız durumunda bazı web sitesi özelliklerinin düzgün çalışmayabileceğini unutmayın.

Harici Bağlantılar

Ailedizimi Akademisi web sitesi, başka web sitelerine bağlantılar içerebilir. Bu harici bağlantılar, web sitesi dışındaki kaynaklara yönlendirebilir. Harici bağlantıları kullanırken, bu sitelerin kendi gizlilik politikalarını kontrol etmeniz önerilir. Ailedizimi Akademisi, harici sitelerin içerik veya gizlilik uygulamalarından sorumlu değildir.

Güvenlik

Ailedizimi Akademisi, kişisel bilgilerinizi korumak için uygun güvenlik önlemleri alır. Ancak, internet üzerinden iletilen verilerin tam güvenliği garantisi verilemez. Bilgilerinizi web sitesine gönderirken bu riski anladığınızı ve kabul ettiğinizi lütfen unutmayın.

Değişiklikler

Bu gizlilik politikası, Ailedizimi Akademisi’nin takdirine bağlı olarak zaman zaman güncellenebilir veya değiştirilebilir. Politikada yapılan herhangi bir değişiklik web sitesinde yayınlandığında geçerli olacaktır. Bu nedenle, gizlilik politikasını düzenli olarak gözden geçirmeniz önerilir.

İletişim

Gizlilik politikamızla ilgili herhangi bir sorunuz veya endişeniz varsa, lütfen bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin. İletişim bilgilerimiz aşağıda yer almaktadır:

E-posta: [email protected] Telefon: +90 545 920 74 50

February 18, 2025
Sertifikalı

Aİle Dizimi ve Dinamikleri Nedir? – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler 1

maximios
0 6
Share
Aİle Dizimi ve Dinamikleri Nedir? Sangeet Erdoğan Şemsiyeci ile yapılmış bir söyleşidir

Yaptığınız çalışma nedir?

Biz seminerler veriyoruz. İki gün süren seminerler. İlk gün sistemi anlatıyoruz. Yani aileyi oluşturan sistemi. Ve sistemde ne tür dinamiklerin nelere sebep olduğun anlatıyoruz. Ertesi gün de bu bilgilerin insanların hayatındaki birebir karşılığının neler olduğunu katılımcılar görüyorlar.

Nasıl? Biraz açar mısınız?

Açmaya çalışayım. Bazı zorlukları olsa da anlatmak için çaba sarf edeyim. Çünkü bu çalışmayı henüz katılmamış birisinin tam olarak anlayabilmesi pek mümkün değil. Bir düzeyde anlatmak ve anlamak mümkün olabilir. Çünkü bu çalışmaların hayatta kıyaslanabileceği bir karşılığı maalesef yok. Ama yaşadığınızda bunun gerçekliğini doğrudan hissedip anlayabiliyorsunuz. Ben bu kısıtlamalara rağmen deneyeceğim.

İnsan bir sistemin parçası olarak var oluyor. Bir birey olarak elbette kendine hastır herkes. Ancak bir ailenin yani belirli bir kaderin içerisine doğduğunda insan kendisini bilmeden ve tanımadan evvel ailesini tanıyor ve onlar aracılığıyla insan olma yolunda ilerliyor. Ailesinin o bireye davranış şekline göre bir kişi haline geliyor.

Aile bir sistem olduğundan ve sistemdeki her bir parça tüm sistemde bir işleve sahip olduğundan, bir bireyin başına gelen şey tüm sistemi etkiliyor. Biz genelde bu bağlantıyı tam olarak kavrayamayabiliyoruz. Ama bu kesinlikle böyle. Sistem deyince de sadece anne baba ve kardeşler değil söz konusu olan: yedi kuşak boyunca yaşamış anne baba tarafındaki tüm ebeveynler bu sisteme dahil oluyor. Ayrıca kan bağı olmasa da bazı özel durumlarda diğer kişiler de dahil olabiliyor.

Bu dahil olma ne demek? Biraz açayım. Bir kimse sizin sisteminize dahil ise o zaman o kişinin başına gelen herhangi bir olay, özellikle travma çözümlenmeden kaldıysa sonraki kuşaklara yani bizlere miras gibi aktarılıyor. Kısacası insanlar sadece mal-mülk değil çözümlenmemiş ve bitmemiş problemleri de miras alıyor. Kaderinin bir parçası olarak. Daha doğrusu bu bitmemiş ve dengelenmemiş olan adaletsizlikler bizlerin yaşamlarının kendisine yani kaderimize dönüşüyor.

Nasıl ve neden böyle oluyor ki?

Yeni doğan bir bebek tam olarak saftır ve yüzde yüz masumdur. Bu masumiyet ve açıklık kendisine gelen tüm enerjiyi olduğu gibi hiç dışlamadan sahiplenmesine sebep oluyor. Örneğin dedesi bir kimseye haksızlık yaptıysa ve bu torunun babası yetişkin ise olay olduğunda, dedenin oğlu yani torunun babası bilinç sahibi olduğundan kendi babasının yaptığı haksızlığı üstlenmeme seçeneğine sahiptir.

Ancak haksızlığa uğramış olan insanların acıları ve kayıpları bu dedenin aile sisteminde vicdani bir yara açacaktır. Dede zaten bu haksızlığı yapan kişidir. Oğlu da bu haksızlığı üstlenmeme şansına sahiptir. Ama bu vicdani yaranın acısını hissetmek zorundadır bu sistemde birileri. Ve masum olan kişi bu acıyı hissedecektir ve bunun dengelenmesini kendi yaşamını feda etme pahasına sistem adına üstlenecektir.

Kısacası masum olan bir çocuk masum olmayan kendi atalarının vebalini ödemeye çalışacaktır. Bizde bu pek çok şekillerde atasözü olarak aktarılmıştır. Bu bizlerde yaşam tecrübesi olarak kadim gelenekte ve kültürde bilinmektedir.

Şimdi bu mekanizmanın tamamen nasıl işlediği bulgulandı ve mekanizmanın neden işlediği ve nasıl düzenleneceği biliniyor. Bu bir söylence yahut ataların bize dolaylı yoldan aktarmak zorunda kaldığı bir bilgi değil. Psikolog ve psikiyatrların uzun yıllar üzerinde çalışıp mükemmelleştirdiği bir sistemik terapi halini aldı.

Peki Seminerlerde bunu nasıl aktarıyorsunuz?

İşte bu bahsettiğim ve çözümlenmiş olan aile dinamikleri belirli pozisyonlardaki kişiler arasında nasıl işliyor onları detaylarıyla anlatıyoruz. Örneğin anne baba- çocuk dinamikleri ya da evlilik ve ilişki dinamikleri gibi başlıklarda seminerlerimiz var.

Anne babanın çocuğa karşı temel olarak hangi dinamiklerle yaklaşması ve nelere dikkat etmesi gerekiyor anlatıyoruz. Bunlar o kadar temel ve o kadar olmazsa olmaz bazı bilgiler ki bu temel dinamiklerin farkında olmadan bir çocuk yetiştirme söz konusu olduğunda hayat boyu sürecek pek çok problem herkesin kaderi haline gelebiliyor. Oysa çok temel ve anlaması son derece basit temel dinamikleri anlayacak olsa aileler çok rahatlayabilecektir.

Bu tıpkı bir yazılımın temel kodları gibi düşünülebilir. Bu kodlar çözümlenmeden problemlerin çözülmesi mümkün değildir. Yanlış fonksiyonlar devrededir. O zaman programın yapması gerekeni başarması mümkün değildir. Bu kodların dilini anlamak en başta gelen ihtiyaçtır.

Bu anlamda Aile Dinamikleri Seminerleri yaşamın en temel konuları hakkındaki şifrelerin çözümlerinin halka sunulması olarak düşünülebilir. Aile Dinamikleri adı üzerinde aileyi oluşturan anne baba ve çocuklar arasındaki ilişkilerin en temel dinamiklerinin deşifre edilmesidir.

Seminerin ilk gününde yaptığımız şey bu: deşifre edilmiş kodları anlatıyoruz ve öğretiyoruz.

Bizler her ne kadar yaşadıklarımızın çok özel olduğunu ve sadece bizlere özgü olduğunu düşünsek de aile sistemi ve onun etkileri söz konusu olduğunda hangi problemlerin ne türden geçmiş olaylarla ilişkili olabileceğini bilmek ve kavramak mümkündür.

Zaten ikinci gün yaptığımız uygulamalar da bozuk yahut işlevsiz olan kodların neler olduğun tespit edip o kodları yeniden yazdığımız çalışmalar yapıyoruz. Yani doğrudan bu yazılıma müdahale edilerek doğru kodlama yapılıyor!

Bu tabi ki bir teşbih, benzetmedir. Ne insanlar bir bilgisayardır ne de onların kaderi birer yazılım kodudur. Sadece neyin nasıl işlediğini anlatmak için dolaylı bir benzetme yapıyoruz. Dediğim gibi bu benzeri olmayan bir çalışma olduğundan mecburen bildiğimiz bir şeye benzetmeye çalışıyoruz. Sadece pratik sebeplerden bu şekilde anlatmaya çalışıyoruz.

Seminerler kimler için uygundur?

Bu seminerler her insanın birer anne babası olduğu için, çoğu insanın çocuğu yahut ilişkisi olduğu için istisnasız her yetişkin bireyin hayatındaki en temel konuları derinlemesine kavraması ve yaşam boyu bu bilgilerden faydalanması için tasarlandı. Kısacası herkes için uygun ve yararlı bir seminerdir. Her yetişkin bireyin en az bir kez bu seminerlere katılması bizim misyonumuzdur. En az bir seminer…

Çünkü bu seminerlerdeki bilgi ve tecrübeler bir yetişkinin kendi anne babası ve kardeşleriyle, ilişkide olduğu kişi ile, (varsa) çocukları ile hatta iş hayatındaki ilişkilerinde her zaman kullanabileceği, gözlemleyebileceği ve test edebileceği son derece pratik bilgileri sunuyor.

Sizin farkınız nedir?

Buradaki bilgileri başka kimse bu şekilde sunmuyor. Bu tamamıyla her yetişkin bireyin ihtiyacını duyduğu bilgilerin hiçbir hazırlık düzeyi gerektirmeden edinebileceği bir formattır. Bizim kendi ürettiğimiz içeriktir. Tamamen orijinal olarak hazırlanmış bir sunum ve uygulamadır.

Aslında bu seminerlere bir tür yaşamı kullanma kılavuzu diyebiliriz. İnsan ilişkilerini anlama kılavuzu. Çünkü bu bahsedilen dinamikler istisnasız her bireyin tabi olduğu ve ihlal ettiğinde muhakkak belirli ve kesin sonuçlar üreten birer mekanizmadır.

Bu bilgiler yaşamın içerisinden süzülmüştür. Bizzat bu yöntemin yaratıcısı tarafından on binlerce insanla yapılan çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Sonrasındaki binlerce uygulayıcı tarafından bu dinamiklerin doğruluğu defalarca doğrulanmıştır ve doğrulanmaya devam etmektedir. Ortaya çıkan fayda inanılmaz derecede kesindir.

Bu bilgiler yaşamın kendisinden süzülerek ortaya çıkmıştır. Bu ilkelerin on binlerce aile sistemindeki işleyişi tespit edilmiştir. İnsan varlığının en temel aidiyet ilişkileri ve prensipleri deşifre edilerek ortaya konmuştur.

Tüm bu bilgi ve tecrübenin özünü bu seminerlerde en temel haliyle halkla paylaşıyoruz. Bu bilgilere tabi olan ama neye tabi olduğundan haberi bile ol(a)mayan geniş halk kitlesine anlayabileceği sadelikte ve kolayca alabileceği örneklerle sunuluyor.

Bu bilgiler zaten insanların hayatlarında yaşadıkları gerçeklere tekabül ettiğinden elbette derin bir farkındalık ve bilinçle anlaşılabiliyor. Bu bilgiler insanların doğru ilişkiler kurmaları için birer fener işlevi görüyor.

Ailedeki hiçbir şeyi değiştirmeye gerek kalmadan bu prensiplerin farkında olmak bile kendi içerisinde yeterli olmaktadır. Çünkü bu yöntemle zaten var olan aile içerisindeki sevginin sağlıklı bir biçimde akabilmesi için zemin oluşturulmuş oluyor.

İnsanların mutluluğu ve gelecek kuşakların sağlıklı ve doğru prensiplerle yetiştirilmesi için bu seminerlerin herkese mümkün olduğunca ulaştırılmasına hizmet etmeye çalışıyoruz.

Çünkü geleneğin yetemediği, dinsel olan bakış açısının çözemediği noktada Aile Dinamikleri Yönteminin sunacağı şeyler ile yaşamda denge sağlamak ve saygı temelli ilişkiler tesis etmek mümkün olabilmektedir.

Bu ülkedeki her birey bir şekilde bu seminerlerde sunulan eğitim içeriğine erişene kadar bizim işimiz bitmeyecek. Aile Dinamikleri Akademisi olarak bizzat şahsımız ve yetiştirmekte olduğumuz öğrencilerimizle misyonumuz budur.

Aile Dizimi ve Dinamikleri Nedir?

Aile Dinamikleri Nedir?

Aile Dinamikleri Akademisi Psikolojik Danışman Erdoğan Şemsiyeci tarafından kurulmuştur.

Halihazırda İstanbul, Ankara ve İzmir’de Aile Dinamikleri Eğitim Seminerleri verilmektedir. Bu eğitimlerde Aile’den kaynaklı pek çok olayın kişinin hayatı üzerinde ne türden etkiler yarattığını ve bu etkilerle nasıl bilinçli bir şekilde başa çıkılabileceğine ilişkin eğitimler verilmektedir.

9 başlık altında toplanan Aile Dinamikleri Seminerleri ile toplumun geniş kesimlerinin kendi hayatlarını etkileyen ailevi olayları anlamasına ve bu sayede atalara daha saygılı bir tavır ve anlayış geliştirilmesine hizmet edilmektedir.

Aile içerisinde var olan bazı kalıpların insanların evlilikleri ve ilişkileri üzerinde kesin bir etkisi mevcuttur. Bu etkilerin ne olduğu ve nasıl işlediği yıllar içerisinde on binlerce insan üzerinde yapılan aile dizimi çalışmalarıyla doğrulanmıştır ve her insanda istisnasız çalışmaktadır.

Aile Dinamikleri seminer ve eğitimleri ile bu var olan bilgi ve tecrübeye dayalı dinamiklerin neler olduğunu ve insanı nasıl etkilediğini, olumsuz etkilerin nasıl çözümlenebileceğini öğretiyor ve aktarıyoruz.

Aile Dinamikleri Seminerleri başka benzeri olmayan bir şekilde sadece Erdoğan Şemsiyeci tarafından herkese açık eğitimler şeklinde sunulmaktadır. Bu eğitimler özellikle ondan yaralanmak isteyen her insanın anlayabileceği ve doğrudan hayatına uygulayabileceği şekilde aktarılmaktadır.

Seminerin ilk günü aile dinamiklerinin neler olduğunu ve hangi ilkelerin ilişkiler üzerinde kesin etkisi olduğunu aktarıyoruz.

İkinci günde yaşanan problemler üzerinde uygulamalar yaparak çözümlerin neler olduğunu gösteriyoruz.

Bu Yöntem Nasıl Oluştu

Aile Dinamikleri, Aile Dizimi yahut Hellinger Terapisi olarak da tanınmaktadır. Familien Aufstellung adıyla 90’lı yıllarda Almanya’da ortaya çıkmıştır. Ailenin kuşaklar boyu, birbirine görünmez bir bağla bağlı olduğu anlayışına dayanmaktadır.

Ülkemizde Aile/Sistem Dizimi olarak da bilinen bu çalışmalarda bulgulanmış olan insan ilişkilerindeki psikolojik dinamiklerin öğretildiği eğitimlere Aile Dinamikleri denmektedir.

Bireyi, içinde doğduğu ailenin şekillendirdiğini bulgulamış olan bu yaklaşım, ailenin belirli bir sistem oluşturduğunu göstermiştir. Psikolojik rahatsızlıkların önemli bir kısmına, hatta belki de çoğunluğuna içinden çıktığımız kök aileye mensup aile bireylerinin başına gelmiş olan problemler sebep olmaktadır. Bu tür travmalara, “kuşaklararası travma” denmektedir. Önceki kuşaklarda yaşanmış kimi önemli travmalar sonraki kuşakların çözümlemesi için aktarılmaktadır ve bu süreç otomatiktir. Kişinin tercihine bağlı değildir, bilinçli bir süreç değildir.

Ne zamandır biz bunu yapıyoruz

Aile Dizimi terapilerini 7 yıldır yapmaktayız. Toplamda 1500’e yakın dizim uygulaması yapmış durumdayız. Yüzden fazla grup çalışması organize edilmiştir. Ayrıca bireysel seanslar da yapılmaktadır.

Aile Dinamikleri eğitimleri ise dünyada başka bir örneği olmayan bir eğitim sürecidir. Sadece aile Dinamikleri Akademisi olarak Erdoğan Şemsiyeci’nin yarattığı eğitim sürecidir. Bir yıldır Türkiye’nin üç şehrinde eğitimler ve seminerler yapılmaktadır.

İlk yılda toplam 50 öğrenci eğitimlere devam etmektedir.

2019 yılında vereceği mezunlarıyla birlikte aynı eğitimler Türkiye’nin 10 şehrinde verilmeye başlanacaktır.

Dünyadaki örnekler?

Aile Dizimi ismiyle bilinen uygulamalar 90’lı yılların başlarından itibaren önce Avrupa’da sonrasında 2000’li yılların ortalarından itibaren de Türkiye’de ve dünyanın kalan kısımlarında yaygınlaşmaya başlamıştır.

Yöntemin pratikliği ve kısa sürede çözüm üretme kapasitesi sayesinde on binlerce insan bu yöntemin faydalarını tecrübe etmektedirler.

Yöntem giderek aile dışında insanların belirli amaçlar için oluşturduğu her türden sistemlerde de uygulanmaya başlamıştır. Pek çok çok uluslu firmanın da içinde bulunduğu kurumsal uygulamalar halen sürdürülmektedir.

Yöntemin Etkileri ve Sonuçları Nelerdir?

Yöntemin odak noktası herhangi bir problemi çözmek olmamakla birlikte pek çok insanı çok sayıda problemi çözülmektedir.

Yöntem neden odağına problemleri çözmeyi hedeflememektedir hemen sormak ve cevabı almak gerekecektir. Söyleyelim. Konumuz insanların başına gelen hakiki olaylar ve yaşanmış hakiki kaderlerdir. Dolayısıyla değiştirilecek yahut daha iyi hale getirilecek hiçbir şey söz konusu değildir.

Problemler esasen yaşanmış olay ve kaderlerin bugün bilinçsizce tekrar edilme eğiliminden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla yöntem sadece bilinçsizce, otomatik olarak tekrar edilerek çözümlenemeyecek olanı çözümlemeye çalışan bilinçdışı etkileri görünür kılmaktan ibarettir. Kişi kendisinin problem yaratarak yahut problemi bugüne taşıyarak çözmeye çalıştığı şeyin anlamsızlığını anlar ve görür.

Bu da problemlere odaklanmadan sadece bilinçsizlikten kaynaklanan sevgi nedeniyle olur. Buna kör sevgi diyoruz. Kör sevgi ile kendimize yarattığımız problemleri çözmek için uğraşmadan sadece bilinçli sevgiye geçiş yapmaktayız.

Bilinçli hale gelen sevgi özgür bırakır, saygı duyar ve geri çekilir. Sadece kendi alanına ve bilincine odaklanır ve gerisini sevginin kendisine bırakır. Sevgi akar hale geldiği andan itibaren problemler anlamsızlaşıp kaybolur. Bu tıpkı karanlıkta bir yerlere çarpıp durarak kendimizi yaralamaya benzer. O yaraları iyileştirmek için kaygılanmak yahut bir yerlere çarpmamak için kurallar geliştirmeye çalışmaktansa sadece tek bir mum yakmak tüm problemleri ortadan kaldıracaktır. Bir anda her şey görünür olur ve ne yaralanma kalır ne de yaraları iyileştirmeye gerek kalır…

Yöntem, bu şekilde problemleri çözmektense problemleri yaratan bilinci değiştirir.

Bu sayede pek çok insan mucize kabilinden değişim ve dönüşümler yaşamaktadır. Ancak problemleri önemsemeyen yöntem ve perspektif neyin değiştiğini yahut iyi hale geldiğini de çok umursamaz. Kısacası bu çalışmalara katılan kişilerde neyin daha iyi olduğunu biz sormayız. Bunun cevabının peşinde koşmayız.

February 18, 2025
Sertifikalı

Meditasyon Üzerine Bir Sohbet – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

maximios
0 6
Share

Meditasyonla nasıl tanıştınız?

Meditasyonla üniversitenin son yılında aldığım felsefi metinler dersinde okuduğum bir makale vesilesiyle tanıştım. Yıl 1994 idi. Önce kendi kendime sonra da pek çok insanla beraber meditasyonlar yaptım. Halen yapıyorum.

Türkiye’de insanlar meditasyona ilgi gösteriyor mu?

Pek değil. Herkes meditasyonun çağrıştırdığı ve etrafında dolanan pek çok şeyle son derece ilgili ama meditasyonun kendisi bizzat meditasyon yaptıran kişiler dahil kimseyi ilgilendirmiyor maalesef.

Bunun sebepleri nelerdir sizce?

Pek çok sebebi olabilir. En köklülerinden birisi herhalde meditasyonun kültürel olarak Müslüman bir ülkede yanlış çağrışımlarla algılanmasıdır. Ne de olsa Müslümanlık sadece namaz ve birtakım diğer pratikleri içerir. Özünde ise inanç temellidir. Oysa meditasyonda inanç gerekli değildir. Meditasyon doğrudan kişinin hakikati kendi üzerinde tecrübe etmesine dayanır. Bir manada hakikat hakkındaki birtakım söylentilere değil hakikatin kendisine odaklanır. Kişi meditasyonu tecrübe etmeye başlayıp derinleştikçe hakikat kendisini doğrudan kişiye göstermeye başlar.

Bu da özünde din denen kurumsal yapının tamamen gereksiz hale gelmesi demektir.

Dolayısıyla inançlı bir kimse çok derinden bilir ki meditasyon yapacak olursa inançlarına hiçbir ihtiyaç kalmayacaktır… Çünkü bir insan güneşi kendi gözleriyle görebiliyor yahut teninde sıcaklığını hissedebiliyorsa güneşin var olup olmadığına herhangi bir inanç duymasına gerek kalmaz.

Onun var olduğunu bilir. Onu yaşar… O artık kendi var oluşundan ayrı bir şey değildir.

En temel korkulardan birisi herhalde bu derin koşullanmışlık olmalı. İnsan hep doğru olduğunu var saydığı bir şeyin bir anda ortadan kalkıvermesi olasılığından korkar…

Peki, böyle bir olasılık hakikaten var mı? Yani, insan birden kendini meditasyon yaptığında bir boşlukta hisseder mi?

Çok güzel bir soru ve cevabı da basit: Hayır… Çünkü insan meditasyon yapmaya başladığı ilk anda tüm hakikat gözleri önünde birden ortaya çıkıp tüm perdeler birden kalkıvermez… Kişi neyi görmeye hazırsa oradan başlar… Çoğunlukla meditasyona ilk başlayan kişiler pek çok “hoş” ve şaşırtıcı tecrübeler yaşarlar. Bu büyük oranda ruhsallık ve onun etrafında oluşturulmuş hurafelerin etkisiyle bilinçaltının yarattığı yanılsamalardır…

Kişi şayet bu ilk tecrübelere takılır ve onları tekrar tekrar yaşamak isterse meditasyonunu baltalamış olur. Çünkü meditasyon özünde her şeyden özgür olmak demektir ve özgürlük bağımsızlık demektir: Güzel tecrübelerden de kötü olanlardan bağımsızlığı getirir.

Peki, pozitif bir şey olan özgürlük de bağlılık getirmez mi?

Özgürlük illa ki “iyi” yahut “güzel” tecrübeler getirecek demek değildir. Sonuç olarak özgürlük ödülü kendisi olan bir şeydir. Özgürlük bir başka şeyin aracı haline gelirse o aslında bir tür esarettir. Bağılılık yahut bağımlılık özgürlüğün olmaması demektir. Hakikaten özgür kişi tam olarak akış halindedir. Ve akışın kişiyi nereye sürükleyebileceği her zaman kişiye değil akışın yahut hayatın bütününün bileceği iştir…

Bu durum korkutucu değil mi?

Özgür olmayan kişiler için evet öyledir. Zaten meditasyonu pek çok insanın gözünde korkutucu kılan şey tam da budur. Bir önceki maddede bahsettiğim Müslümanlık koşullanmasının engel teşkil etmesinin kökeninde de bu yatar. Tutunmaya çalıştığımız herhangi bir kimlik (Müslümanlık, Hristiyanlık, Budizm yahut Türklük veya ne bileyim Almanlık) kıyıdaki sabit ve göreceli olarak güvenli ama sabit bir daldır… Oysa hayat kesintisiz bir akıştır. Hiçbir zaman sabit değildir.

Ve bizler herhangi bir şekilde güvence aramaya başladığımızda hayatımızı hayatın akışının dışında bir dala sabitlememiz gerekir. Ki tüm mutsuzlukların sebebi de budur: Biz hayatın akışının dışında bir konuda kendimizi sabitleriz. Akışın dışına çıkarız… Hayat gelişmeye ve değişmeye devam ederken biz donup kalmak isteriz. Bu bizi çirkinleştirir ve çürütmeye başlar.

Nasıl ki akışta olan bir su hep duru ve temiz iken sabit ve kapalı bir su birikintisi giderek çürür ve kokuşmaya başlarsa aynı şekilde bizlerin enerjisi de durgunlaşıp bize zarar verir ve bizi kirletmeye başlar…

Bu durumda herkes kendini hemen akışa bırakmalı mıdır? Bunu bilmeyen insanlar nasıl yapacaklar?

Meditasyon tam olarak bunu öğrenme sürecinin adıdır işte. Şayet kendimizi akışa bırakamıyorsak çünkü hiç yüzme öğretilmediyse, su üstünde nasıl kalabileceğimizi bilmiyorsak bu durumda yapmamız gereken şey yüzme öğrenmektir: Doğrudan kendimizi akışa bırakmak sel sularına kapılıp boğuluvermek demek olacaktır…

Yapılması gereken şey daha önce akışa kendini bırakmış ve bunun nasıl yapılacağını bilen tecrübeli üstatların tecrübelerinden yararlanmaktır. Bu kişilerden bazıları bizlere bunu nasıl yapacağımızı gösterecek teknikler geliştirmiştir.

Adına meditasyon dediğimiz süreç tam olarak bu üstatların bizlere bıraktığı akışa katılma egzersizleridir…

Peki, başka başka üstatlar değişik yüzme yani meditasyon teknikleri mi öğretmişlerdir?

Elbette. Buda’nın öğrettiği teknik ile günümüzün Budası olan Osho’nun teknikleri özünde aynı işleve sahip olsalar da taban tabana zıt gibi gelir.

Nasıl? Biraz açabilir misiniz?

Elbette açabiliriz: Bu amaçla buralara kadar gelmiş bulunuyorum. Zevkle bu konudan bahsedebilirim.

Buda döneminde insanlar farklıydı herkesin bildiği üzere. Daha doğrusu insanların koşullanmaları farklı idi, yoksa insan özünde hiç değişmemiştir. Zaten öyle olmasa meditasyon on binlerce yıldır yapılmıyor olurdu… Meditasyonun kendisi sabit olmasına rağmen teknikler değişmektedir. Bunun sebebi de koşullanmaların değişmiş olmasıdır.

Kilit değiştiğinde anahtarı mı değiştirmek daha akıllıcadır yoksa toptan kapıyı mı değiştirmek?

İnsanlık değiştiğinde onu açacak anahtarı o insanlara uydurmak daha doğrudur.

Buda zamanındaki insanlar doğanın içinde yaşıyordu ve ortada nükleer silahlar ve toplu ölüm olasılıkları vs. yoktu… Herkes doğaya maksimum uyum halinde yaşamaktaydı.

Zaman algısı insanların çok farklıydı. Daha kısa olan insan ömrü insanlarda bu yüzden bir baskı oluşturmuyordu… İnsanların saatlerce oturması ve kıpırdamaması kolay anlaşılır ve uygulanabilir bir şeydi…

Oysa artık insanların ömrü iki üç katına da çıkmış olsa yapılacak çok şey olduğundan yetmiyor. Kimse günlerce kıpırdamadan durmayı aklına bile getiremiyor…

İnsanların zihinlerine hiç olmadığı kadar çok bilgi yağıyor… Bunlarla nasıl baş edebileceğimizi bilmiyoruz.

Daha doğrusu bilmiyorduk.

Buda’nın yöntemiyle oturup da zihnimizi izlediğimizde göreceğimiz şey korkunç olacaktır…

Bu zihnin farkında olmak dahi delirdiğimizi düşünmemize sebep olacaktır…

Bu nedenle zihnimizi izlemeden evvel içindekileri rahatlatmanın, boşaltmanın bir yolunu bulmayız… Aksi halde izlediğimiz şey bizi, meditasyondan da kendimizi tanıma düşüncesinden de uzağa fırlatacaktır…

Böyle teknikler var mı?

Evet, var. Artık var. Yakın zamana kadar meditasyon denince sadece akla sabit oturup kıpırdamadan durmak gelirdi.

Osho’nun yarattığı çağdaş meditasyon teknikleri çağdaş insanların ihtiyaç duyduğu özelliklere sahiptir.

Aktif meditasyon teknikleri olarak adlandırılabilecek bu teknikler sayesinde insan meditasyon tecrübe etmek için yıllarca uğraşmak zorunda kalmadan en derin meditasyon hallerine ulaşabilmektedir.

Bu nasıl oluyor?

Az önce de belirttiğim gibi önce içimizdeki pek çok sıkışıklık yaratan ve aklımızı delirecek kadar aktif hale getiren şeyleri çeşitli teknikler kullanarak dışa vuruyor ve sistemimizde bastırmış olduğumuz yerden su yüzüne çıkmasını sağlıyoruz. İfade edildiğinde bu enerjiler bizde etki yaratmazlar. Basitçe sıyrılıp giderler… Bizler rahatlamış zihnimizle boşalmış enerjinin içine girip onu tecrübe edebiliriz.

Tüm bu yapılanlar boşluğu tecrübe etmek için mi yapılıyor?

Evet. Tamamen öyle. Fizikçilerin bulguladığı bir şey var. Madde denen şey aslında sadece çok hızla titreşen bir enerjiden ibarettir. O kadar hızlı titreşmektedir ki tüm atomlar ve alt parçacıkları, biz onları katı zannederiz. Hatta bir atomun çekirdeği o kadar küçüktür ki aradaki boşlukla kıyaslandığında neredeyse yok denebilir.

Ama maddeler var gibi görünür bize. Onlara dokunabiliriz vs. Aslen yaptığımız şey, gözlerimize sadece madde gibi görünen bir dünya ile temas kurduğumuz yanılsamasıdır.

Aslen olan şey bir boşluk öteki boşluğa yaklaşmaktadır. Ve en anormal olan şey şudur ki aslında bir atom ile öteki atom birbirine hiç dokunmaz…

Asıl olan boşluktur. Fiziksel evrende bile bu böyledir.

Bizim varlığımız aslında bir boşluktan ibarettir.

Meditasyon maddenin yanılsama olduğunu keşfetmekle ilgili bir süreçtir.

Ve tahmin edin: Kaybedeceğimiz yahut ortadan yok olduğunu tecrübe edeceğimiz ilk şey kendi bedenimiz ve varlığımız…

Çok ilginç, peki bu tam olarak nedir? Nasıl anlamış değilim.

Sizi anlıyorum. Bunu anlatmak değil yaşamak gereklidir. Meditasyon bunun için vardır: Sonsuz enerji okyanusunda bir damla olarak eriyip o okyanus olmaktır…

Bu nedenle kimse meditasyon yapmak istemiyor gibi görünüyor. Kim bile bile kendini yok etmek ister? Kim yaşarken ölmek ister?

Varlığının gerçek olduğuna inanmak isteyen kimse meditasyona istekli olmayacaktır.

Ama hayatta olmamızın esas sebebi bunun böyle olduğunu tecrübe etmek olduğundan içten içe meditasyonun doğru bir şey olduğunu biliriz. Ama uygulamaya geldiğinde binlerce mazeret yaratır dururuz. Hep sonra yapılacak bir şeydir meditasyon…

Anladığım kadarıyla meditasyon ilk başlangıç noktası değil bu durumda… Kimler için uygundur meditasyon?

Meditasyon kimler için uygundur sorusunun doğru soru olduğundan emin değilim. İzninizle sebebini açıklayayım. Meditasyon dediğinizde tek bir yoldan yahut teknikten bahsederseniz sorunuzun bir anlamı olabilir oysa bu böyle değildir.

Doğru soru aslında kişi kendisi için doğru meditasyonu nasıl keşfedebilir olabilirdi mesela…

Evet, esas mesele budur. Ben kalkıp çok sakin, dingin, içine dönük bir kimseye son derece aktif bir meditasyon verirsem gereksiz yere bir enerji kaybı yaratmış olabilirim.

Aynı şekilde zihni aşırı aktif ve duygusal karmaşa içerisinde bir kimseye kalkıp izleme ve pasiflik içeren bir meditasyon verirsem o kişi meditasyon, bana uygun değildir diyecektir…

Ama haklı olduğunuz bir yan yok değil: Günümüzde insanların meditasyona başlamadan evvel bazı terapi süreçlerine katılmalarında büyük fayda olabilir.

Örneğin nasıl şeyler?

Aslında psikoloji alanında da bu yönde pek çok gelişme söz konusu son yıllarda: Giderek daha çok insan beden-zihin-ruh bütünlüğünü içeren yaklaşımların anlamlı olduğunu anlamaya başlıyor ve bu teknikler geliştiriliyor…

İnsanı sadece beden, sadece ruh yahut sadece zihinden ibaret sanan yaklaşımlar etkili olamıyorlar.

Bütün insanı hedefleyen her türlü grup çalışması sonuçta meditasyona doğru insanı hazırlamış olacaktır. Ama sorun şudur: Böyle sistemler ve yaklaşımlar çok da fazla değildir. En azından herkesin üzerinde hemfikir olduğu türden yaklaşımlar o kadar da fazla değildir.

Üniversitelerde öğretilen teknikler elbette uzun yıllardır denenmiş ve binlerce makale üzerinde yayınlanmış teknikler olmak zorundadır. Oysa yaşamın hızı on yılda dahi insanların değiştiğini ve farklılaştığını gösterirken, her gün dünya daha fazla globalleşirken ve tüm kültürler büyük bir hızla iç içe geçerken nasıl 30 yıl önce ortaya atılmış teknikleri günümüz insanına uyarlayacaksınız?

Ben burada çok büyük eksiklik ve sıkıntı görüyorum.

Etrafınıza bir bakın. Ne kadar çok insan içine doğdukları dinlerin dışındaki ruhsal yönelimlere kendilerini açık hissetmeye başladı son on yılda?

Eminim pek çok örnek sayabilir tek bir kişi bile…

İnsanın beklentisi ve yönelimi ve çıtası sürekli yükselirken üniversitedeki bilgi üretim hızı insanın değişim potansiyeli önünde engel teşkil eder hale geldi.

Bu nedenle insanlar bilimsel veriler taşımasa da teknikler geliştirmeye devam etmektedir.

Pek çok teknik var bu şekilde: Örneğin Aile Dizilimi denen bir teknik var ve ailenin ve sosyal grupların enerjisi üzerinden çalışılıyor. Muazzam bir tekniktir.

Ayrıca pek çok nefes ve beden terapisi söz konusudur.

Tek tek burada bahsetmek zor olduğundan ben uzmanı olduğum nefes tekniklerinden bahsedebilirim.

Lütfen. Nedir nefes terapileri?

Nefes terapisi doğduğumuzda doğal olarak sahip olduğumuz normal nefesimizi kaybetmemiz yüzünden yapmamız gerekli olan bir şeydir. Büyürken çevremizdeki değer yargılarıyla koşullandırılmaya başlarız. Bir çocuk olarak çok fazla enerjimiz varken bu enerji çevremizdeki ve hayatımızın tabi olduğu yetişkinlere çok gelir.

Biz tüm enerjimizi dışa vururken etraftan sınırlanmaya başlarız… Bu süreçte doğal nefes döngülerimiz sekteye uğrar ve biz giderek çevremizin izin verdiği şeylere yetecek kadar yüzeysel nefes almaya başlarız.

Oysa yaşam nefes almak demektir. Hayatın daha azını içimize çekmeye başlarız.

Hatta sıkıntılarımız büyüdükçe “nefes” niyetine başka türden dumanları içimize çekerek esas eksikliği gidermeye çalışırız…

Sigara gibi mi?

Tabii. Hatta onunla da sınırlı değil. Başka başka maddeleri içimize ekip rahatlamak isteriz. Oysa hepimizi yaşatan nefes yeterlidir. Hatta kimi yogiler sadece nefes ile besin almaksızın var olduklarını iddia etmektedirler…

O kadar ileri gitmemize gerek olmayabilir. Sadece bize her zaman sunulan bu muazzam yaşam kaynağı nefesi bedenimizin en derin noktalarına kadar alabilelim…

Bu bizim doğal olarak bildiğimiz ve sahip olduğumuz bir nitelik ve bir nefes terapisti sadece doğal halimize dönmemize yardım eden kişidir.

Nasıl?

Belirli bir teknikle nefes alıp vermeye başlıyoruz. Uzanarak ve bu nefes alışverişi bizi, zihnimizin ve dolayısıyla tüm koşullanmışlıklarımızın ötesindeki hakiki duygularımızla baş başa bırakıyor. Ve bu sayede bastırılmış duygular ve enerji blokları bedenden özgürce akmaya başlıyor…

Bir nevi “şeytan çıkartma”

İçimizde dura dura korkunç hale gelmiş enerji dışarı çıkıyor…

Dışarı çıkan bastırılmış duygu ve enerjiler içimizde tertemiz ve akışa izin verecek bir boşluk yaratıyor… Meşhur boşluğumuzla yine karşı karşıya kalıyoruz…

Bu boşlukta meditasyon gerçekleşiyor… İçimizde hiç içine girip neler atmışız buraya demediğimiz bodrum var. Ve orası artık iyice karanlık, loş ve kötü kokular yayıyor…

Modern insan doğal halini bastırmaya çalışan insan demektir. Ve bastırıp aşağıya ittiğimiz her şey orada basınç yaratıyor…

Nefes bu bodruma inmemize ve oradaki kapıları pencereleri açmamıza yarayan anahtar… Bir kez içeriye ışık ve güneş girmeye başladığında neyin nerede olduğunu görebilir ve ihtiyaç duymadığımız şeyleri oradan alıp dışarı çıkartabilir, onlardan özgürleşebiliriz.

Bodrumun korkutuculuğu karanlıkta kalmış olmasındandır.

Nefes ile ışık varlığımızın en karanlık noktalarına kadar erişmeye başlar.

Anlaması biraz zor gözüküyor…

Haklısınız yaşamadan sözlerle anlatılması oldukça zor bir süreç. Sadece şunu bilmek yeterli olabilir: Nefes ruhumuzla bedenimiz yani ahiretle bu dünya arasındaki köprüdür. Nefesle iki dünyayı tek yapabilir ve aynı anda tecrübe edebiliriz.

Yaşam demek canlılık demek aslında tam da budur: Cansız olan maddi bedenin yaşamla dolu olması nasıl mümkündür?

Elbette nefesle mümkündür. Nefes durduğunda bu beden dağılıp parçacıklarına ayrılır. Bu dünyada kalan kısmı parçalara ayrılıp çürür ve başka canlıların yapıtaşları olarak yeniden can yani nefes bulur… Bu böyle sürer gider…

Ama ruhun ve bedenin bir aradalığı sadece nefesle mümkündür.

Nefesimizin farkındalığı ruhumuzun farkına varmamız demektir.

Ölümlü bedenimizde ölümsüzlüğü tecrübe etmektir nefesi fark etmek, onu yaşamak…

Sağlık da, mutluluk da, sevinç de, huzur da bununla, yani aslında ölümsüz olduğumuzun farkında olmakla alakalıdır.

Yoksa bilincimizin alt düzeylerinde hep bir gün “yok olacağımız” duygusu içten içe bizleri kemirmektedir.

Ve ölüm her an daha da yaklaşmaktadır.

Maalesef günümüzdeki insanların en büyük sorunu zamanın hızla azalmakta olduğu ve yapılacak çok şey olduğu bilgisiyle hayatı anlamaya çalışmasıdır.

Bu durumda her şey mubah gibi gelmektedir. Hırslanabilir pek çok insanı kendimiz hatta sevdiğimiz pek çok kişiyi de üzebilir şehvet ve güç için incitebiliriz…

Çünkü hayat kısadır ve bunlar bizim en büyük tecrübeyi yaşayabilmemiz için engeldir…

Bu psikolojiyle tüm dünyanın kaynaklarını tüketmek üzereyiz ve acilen aslında kim olduğumuzu bilmeye, bunu en azından araştırmaya başlamaya ihtiyacımız var.

Bu sayede biraz rahatlayabilir ve hayatımızın ve çevremizdeki muazzam canlılığın tadını çıkartabiliriz.

Yoksa insanlığın bir süre sonra kendisini yok etme yahut çok zor durumda kalma olasılığı çok yüksektir…

Sangeet Erdoğan Şemsiyeci

February 18, 2025
Sertifikalı

Neden Her Şey Atalarımla Bağlantılandırılıyor? – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler 1

maximios
0 5
Share
Neden her şey atalarımla bağlantılandırılıyor? Bu çok rahatsız edici değil mi?

Aile diziminde aslında her şey atalarla bağlantılandırılıyor denilemez. Sadece atalarla bağlantılı olan konulara bakılıyor.

Ancak soruyu ben daha çok “atalarımızın yaptıklarının vabalini neden biz ödemek zorunda kalıyoruz”  şeklinde duymaktayım. Çünkü sonrasında bir serzeniş söz konusu: “Bu çok rahatsız edici değil mi?”

Bu soru Aile Dizimi konusunda en zor anlaşılan ve insanlara mantıksız gelen taraflarından birisidir ve gerçekten üzerinde durmaya değer bir konudur.

Bizler çeşitli sistemlere aidiz. Bir insan pek çok sisteme birden aittir. Öncelikle aile sistemine aitizdir. Ayrıca ailemizin de dâhil olduğu sistemler vardır. Ülke gibi, etnik kökenimiz gibi, din gibi…

Bireyler de başka gruplara dâhil olabilmektedirler. Hizmet edilen bir şirket, bir kurum, bir kulüp üyeliği, taraftarlık vs. gibi..

Ancak, bizlerin kaderi üzerinde büyük etki sahibi olan aidiyetlerimiz yaşamımız üzerinde en büyük etkiye ve güce sahip olanlardır.  Bu durumda elbette en önemli ve yaşamsal bağımız hayatımızı aldığımız anne babamız ve onların hayatlarını borçlu oldukları kendi anne babalarıdır, yani ailemizdir.

Bunun gibi örneğin, savaş sırasında birlikte mücadele edilen ve yaşamda kalmanın onlara bağlı olduğu silah arkadaşları da aile bireyleri kadar önemli hale gelirler. Yahut bir insanın hayatını kurtaran kişi de kurtarılan için aile bireyleri kadar önemli hale gelir. Bunun ardında olan şey biyolojik olarak hayatı sürdürmenin öneminin davranışlarımızı belirlemesi prensibidir. Bunu netleştirdikten sonra ilerlemek daha doğru olacak. Çünkü yaşamsal bağlarımızı anlamadan devamını anlamak zor olurdu.

Özetlemek gerekirse bir insanın hayatındaki en önemli insanlar varlığını borçlu olduğu kişilerdir.

Bu sebepten ötürü bizler içine doğduğumuz aile üyeleriyle çok derin bağlar oluştururuz. Görünürde ilişkimiz zayıf olsa bile anne babamız bizim için en önemli insanlar olmaya devam ederler. Bunu aile dizimi yaklaşımındaki karşılığı şudur:  aile sisteminde önce gelenin daha büyük önceliği vardır.

Aile (eskiden kabile) bireylerin yaşam sürelerinin ötesinde bir vicdani sistem oluşturmaktadır. Bunun anlamı şudur: Örneğin geçmişte yapılmış olan bir haksızlığın bedeli doğru şekilde ödenmemiş ise aile vicdanı bunu tamamlamak zorunda kaldığından, sonradan gelen aile bireyleri bu rolü üstlenmekte ve atalarının ödememiş olduğu bedeli ödemek durumunda kalmaktadır.

İnanılması güç gibi gelse bile eskilerin “ilahi adalet” dedikleri mekanizma bir şekilde çalışmaktadır. Geçmişte tamamlanamayan, aksayan bir hareket, gelecekte konu ile doğrudan bir alakası olmayan bireyler tarafından tamamlanmaya çalışmaktadır.

Neden Her Şey Atalarımla Bağlantılandırılıyor?

Burada haksızlık olarak görülen ve isyan edilmek istenen şey bir yanlış anlamadan kaynaklanıyor. Çocuklara kaderlerinden kaynaklanan bu gibi geçmişten kaynaklı yük bir zorunluluk olarak verilmemektedir. Çocuk bunun üzerinde mantıken düşünüp taşınmadan ve elbette doğal olarak bunu yapmaya istekli olmaktadır. Bunu yaptıran yegâne güç sevgi ve bağlılıktır. Çocuğun kör sevgisidir bunu yaptıran şey.

Vicdanen, ailede yerine gelmemiş olan adaletin yarattığı dengelenme talebini çocuk kendisi üstlenmektedir ve bunu bilinçsizce yapmaya çalışmaktadır. Aile dizimi çalışmasında bilinçsizce üstelenilen ve aslında duruma faydası olmayan bu gibi davranışlar bilince getirilmektedir. Ve bu gibi işlevsiz olan davranış ve derin inançların derininde yatan esas sebep olan sevgi ve bağlılık bilinçli olarak ortaya çıkarılmaktadır. Ayrıca bilinçdışının anlayacağı şekilde simgesel bir biçimde bu esas sevgi ve bağlılık alakalı kişiye ifade edilmektedir.

Sonuç olarak ortada rahatsız edici bir şey yoktur. Esas rahatsızlıkların kaynağı olan aile bireyleri arasındaki kör sevgi ve bağlılık daha bilinçli hale getirilmektedir. Atalarımızla ilgili olarak ters giden her şeyin sebebi bu sevgi bağlılığın bilinçli bir şekilde yaşanamaması sebebiyledir. Doğal olarak yaşanamayan ve akamayan sevgi enerjisi doğal akış haline gelebilsin diye bu çalışmalar yapılmaktadır.

Meselenin kaynağı çok büyük ihtimalle soruyu soran kişinin atalarıyla her zaman var olan derin bağlarının farkında olmamasıdır.

February 18, 2025
Sertifikalı

Aile Dizimi Örneği – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler #1

maximios
0 6
Share

Aile Dizimi Örneği aşağııdaki videoda Psikolojik Danışman Erdoğan Şemsiyeci’nin yapmış olduğu bir Aile Dizimi çalışmasın yer almaktadır. Bu örnekte Danışan parasal olarak yaşadığı bazı sorunlarını anlamak ve çözümlemek üzere başvurmuştur. Yapılan çalışmada özet olarak para olarak yaşadığı deneyimi babasının temsil ettiğini ve arzu ettiği, elde etmek istediği şeyleri de annesinin temsil ettiği bulgulanmıştır.

Yapılan çalışmada görüldü ki anne babanın ilk ilişkisi, evliliği ile huzurlu olamadığından oğlunu babasından ayrı tutmakta ve eşi yerine koymaktadır… Bu kilitlenmeden özgürleştiğinde danışan artık baba ve anne arasında daha sağlıklı bir denge yaşamak imkanı bulmuştur. Bu sayede anne ve babanın temsil ettiği para ve tatmin duygusu da birbiriyle ç.elişkili olmaktan kurtulmuştur…

Çalışmadan belirli bir süre sonrasında danışan parasal sıkışıklıklarını bittiğini bildirmiştir.

Aile dizimi örneği, aile dizimi yaptırmak isteyen kişiler tarafından merak edilen konulardan biridir. Psikolojide pek çok farklı terapi yöntemi mevcuttur. Doksanlı yıllarda ortaya çıkan aile dizimi terapisi de son zamanlarda sıklıkla uygulanan terapi ekollerinin arasındadır. Aile dizimi, kendi içinde organik bir yapıya sahip olan sistemde bugüne kadar tasarlanmış en derin ve güçlü terapilerdendir. Ailenin kuşaklar boyunca birbirine görünmez bağlarla bağlı olduğu anlayışına dayanmaktadır. Bu terapi yöntemi, kişiye pek çok fayda sağlamaktadır. Peki, nasıl bir aile dizimi örneği verebiliriz? Gelin bir göz atalım.

Aile dizimi örneği hakkında bahsedecek olursak, terapi yönteminde kişinin mevcut sorununu çözmek için aile bireylerinin de terapiye katıldığını söylemek mümkündür. Aile dizimine başlamadan önce bireysel terapi mi grup terapisi mi istediğinize bir karar vermeniz gerekmektedir. Bireysel terapide yalnızca kişi ve terapist olurken, grup terapisinde ise seans hiç birbirini tanımayan insanlarla birlikte geçmektedir. Bu kişiler aile üyelerini temsil etmektedir.

Kişi, terapi esnasında belli başlı resimleri ve özellikleri aile üyeleri ile eşleştirmektedir. Bu terapide çeşitli resimler ve fotoğraflar kullanılmaktadır. Bu nokta her resim ve görsel bir duyguyu simgelemektedir. Terapist, seçilen çizimlere bakarak hastanın sorunları ile ilgili çıkarımlarda bulunmaktadır. Buna göre de bir tedavi yöntemi seçmektedir.

Aile dizimi üç temel hareketle çalışmaktadır. Denge, düzen ve aidiyet noktalarından biri zarar görmüş ise aile, para, kariyer, sosyal ve özel ilişkiler kişiyi de etkilemektedir. Örneğin bir kişinin her defasında kurmuş olduğu işin iflasla veya başarısızlıkla sonuçlanması, kendi kök hikayesinde birini öldürmesidir. Yine bir kişinin psikoloji rahatsızlığının bulunmasıyla 3. kuşaktaki bir tecavüz hikayesinin ürünü olabilmektedir. Kişinin özel ilişkisinin bitmesi yaşanan aile sorunlarından, ailedeki göç hikayesinden kaynaklı da olabilmektedir. Ailenin geçmişinden gelen olaylar ve aile dizimi örnekleri daha da çoğaltılabilmektedir.

Aile dizimi örneği bir grup katılımcı daire şeklinde oturmaktadır. Danışman, danışandan katılımcılar arasından aile üyelerini temsil edecek temsilciler seçmesini istemektedir. Danışan bu temsilcileri alana yerleştirmektedir. Bu noktada dinamik ilişkilere ulaşılmakta ve duygular deneyimlenmektedir. Aile üyelerini temsil eden ve danışanı daha önce görmemiş bu temsilciler o kişinin duyguları ile hissetmekte ve bunları ifade etmektedir.

Aile dizimi örneği uygulanan bu örnekte temsilcilerin pasif olası söz konusu değildir. Dolayısıyla da her aile diziminde, hem danışan hem de temsilciler aktif bir şekilde alandadır. Her seansta hem danışan hem de temsilciler şifalanmaktadır. Aile dizim örneği aynı zamanda temsilciler konuyu bilmemektedir. Böylelikle temsilciler, kendi zihinlerinden ve egolarından bağımsız şekilde hareket etmektedir. Rahatlıkla ve kolaylıkla alandaki enerjiye odaklanmaktadır. Bu noktada danışanlar da kendilerini rahat hissedecekleri bir alanda terapi görebilmektedir.

February 18, 2025
Sertifikalı

Hepimiz Bu Sınavdan Çaktık! – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

maximios
0 5
Share

Yakın zamanda Üniversite ve Lise Sınav sonuçları açıklandı ve yerleştirme telaşı başladı.

Benim çocuğum da lise sınavına girdi ve burada bahsettiğim şeyleri birebir veli olarak yaşadım. Bu süreçte kendimde ve diğer velilerde gözlemlediğim yanlışları anlama ve ifade etme şansım oldu. Eğitim sisteminin aslında içerikten yoksun bir sıralama ve tasnif etme sistemi olduğunu ve çocuklarımıza karşı hakiki görev ve sorumluluklarımızı yerine getiremediğimizi üzülerek gözlemliyorum.

Gencecik ve yeni yeşermekte olan bu körpe bireyler, önce sınava girecekleri için bir iki yıl öncesinden çalışmaya ve bir iki saatlik bir şey için aylarca strese girmekteler. Ve daha en başından %90’ının kendisini kaybetmiş ve başarısız hissedeceği bir sürece kendilerini kurban etmekteler.

Bu öyle bir yarış ki ilk yüz bin kişi içerisinde olup 900 bin öğrenciden iyi dahi olsa, bir çocuğun kendisini kötü hissedeceği bir psikolojik katliam aslında. Hatta %1’lik dilime girip 990 bin öğrenciyi geçse ve ülkenin en yüksek puanlı 10. Okuluna bile girse neden 1.sine giremedim diye kötü hissedeceği bir süreç (bizzat örneklere şahit oldum).

Eğitim sistemi kazandığını hissedecek 10.000 çocuktan çok 990.000 kaybeden çocuğa hizmet edene ve onların refahı ve mutluluğu için kafa patlatana, hatta sonunda gerçek bir çözüm bulana kadar Türkiye huzurlu, gelişmiş, müreffeh bir ülke olmayacak. Bugün yaşadığımız pek çok problemin kaynağı eğitim sisteminin yarattığı mağduriyetler değilse nedir?

Peki neden çocuklarımızı bu deliliğin parçası haline getiriyoruz? Baştan kaybettiklerini bildikleri bir oyuna alet edip sonra da suç onlarınmış gibi kendilerini yenik hissetmelerine izin veriyoruz? Neden neredeyse hiçbir veli kalkıp isyan etmeden, çocuğunu bu hayvanları bile sokmaya insanın gönlünün elvermeyeceği saçma yarışa sokmaktan alıkoymuyor?

Nedeni basit: Aslında herkes o elit 10.000 kişiden birisi olmak ve diğerlerinin bu şansa sahip olmamasını canı gönülden diliyor! 10.000 küsür çocuk ve velileri sınav sonunda, muzaffer bir edayla geride kalan zavallı kaybetmişlere bakıp gururlanıyor! Tüm sınav onların zaferi için yapılmamış mıydı?

Hepimiz, tüm veliler de dahil herkes bu masum çocukların kaybetmiş hissetmesi duygusunu yaşamasının sorumlularıyız…

Tüm mesele elit olmak ya da olmamak. O zaman hayata beş sıfır önde başlamış olacak onların çocukları. Bu nedenle kazanana kadar ya da kaybettiğinde üzülene kadar sorun yok gibi davranmak mümkün.

Ülkede avantaja sahip olan eğitimi iyi, geliri yüksek, çocuğuna özel ders, özel okul sunabilen insanlar geride kalan 900 küsür bin hatta sınava girmeyi bile düşünmeyen belki bir milyon daha çocuğun akıbetini umusramaya başlamadığı sürece siyasi olarak ülkenin gidişatından şikayet etme hakkına sahip değildirler.

Deliliğin Hesabı

Düşünmeden edemiyorum. Ülkenin berbat bir eğitim sistemi olmasının sebebi kaynak eksikliği midir? Yoksa kaynakların toplumum avantajlı ve elit kesiminin, bunu yapamayacak olan geniş halk kitlesinin yani elit olmayan ve olamayacak insanlara karşı bir silah olarak kullanılması mıdır esas sorun?

Bir düşünelim. 1 milyon lise adayı öğrenciden baştan kaybedeceği kesin olan 900.000 öğrenci var. Ve onları sınava sokuyoruz. Sınava hazırlıyoruz. Bu öğrencilerin haydi diyelim yarısı hiç hazırlanmamış olsun sınava…

Geriye kalıyor yaklaşık 500 bin öğrenci. Bunların 100 bini iyi ya da kötü “kazanarak” diyelim enerjilerinin karşılığını alıyorlar. Gerçi bu 100.000 öğrenciden hakiki manada 10-15 bini gerçekten kazandığını hissedecek okullara, yani gerçekten sınavın yapılma sebebi olan elit 20-25 okula girebiliyor… Ama görünüşte bir okulu kazandığı için biz yine de 100.000 diyelim…

Bu ne demek? Biz her sene şu ya da bu şekilde gerek manevi, gerek maddi olarak yuvarlak hesap  400 bin öğrenci için pek çok açıdan çöpe gidecek bir kaynağı israf ediyoruz.

Yine yuvarlayarak bir hesapla öğrenci başına sınava hazırlık 2500 tl masraf yaparak kurs-kitap-yol masrafı, özel ders vs. hascaması yapıldığını varsayalımi.

Bu durumda her sene sadece LGS gibi bir sınav için Türkiye 1 Milyar TL en başından beridir çöpe gideceğinden emin olabileceğimiz parayı sınava hazırlık için havaya savuruyor… (bu benim çok basit hesabım. Muhtemelen esas maliyet iki katı da olabilecektir.)

Bunun gibi üniversiteye giriş için de en az bu kadar para en başından israf edileceği bilinerek harcanıyor ve hiçbir işe yaramıyor..

Şimdi son derece basit bir hesap yapalım:

Bir yılda en düşük hesaplamalarla 1 Milyar TL liselere 1 Milyar TL de Üniversite giriş sınavına hazırlık için işe yaramayan paraları harcıyoruz. Ayrıca kaybetmenin verdiği tatsızlıkla genç insanların ve ailelerinin başa çıkmak zorunda kalması da cabası.

Bir düşünelim. Her sene 1 Milyar TL ile kaç tane tam teşekküllü  lise yapılabilir? Bir senelik çöpe giden hazırlık parası ile muhtemelen tanesi 20 milyon TL’den 50 çok iyi okul yapılabilir ve belki 25.000 kontenjan yaratılabilir. Ve sadece 10 yılda 500 çok iyi okul ve 250.000 ek kontenjan yaratılabilir.

Aynı şekilde 500 Milyon TL’lik iki üniversite her sene açılabilir ve sonuçta  on yıl içerisinde sadece çöp olan hazırlanma masraflarıyla 20 tane bayağı iyi üniversite yaratılabilir!

Masraflarını bilemem ama belki de 100 Milyon TL’ye mal edilebilirse bir üniversite 10 yılda tam 100 üniversite sadece hazırlanma parasıyla kurulabilir…

Bu sadece zaten baştan kaybetmek üzere harcanan paraların minimum rakamıyla yapılabilecek olanlar..

Dahası var:

Sizlere daha da vahim bir hesap yapayım. Özel okullara ödenen paralara bakalım:

Ortalama bir özel okul ücreti nedir? 10.000/1 yıldan başlayıp 75.000/yıla kadar anormal bir skala mevcut. Hadi biz ortalama bir özel okul fiyatının 15.000/yıl olduğunu düşünelim. Bir öğrenci özel okulda 12 yıl okuduysa diğer masrafları katmadan sadece okul ücreti olarak lise sona kadar  180.000 TL ücret ödüyor (bugünkü rakamlarla, yıllar içerisinde zamlarlabu rakamlar artacaktır elbette). Hadi servisi şuyu buyu da ekleyelim ve ortalama bir özel okul masrafının ilkokuldan lise sona 200.000 tl olduğunu varsayalım (eminim bu para çok daha fazladır ama biz minimumunu alalım).

Eğitim Bakanının açıklamasına göre Türkiye’de 1 milyon özel okulda okuyan öğrenci var.

Bunun anlamı şu: Türkiye’de özel okullara aileler 12 yılda 200 Milyar lira ödüyorlar çocuklarını mezun etmek için.

Allah aşkına bana birisi söylesin çocuklarını okutmak için özel okullara 200 Milyar lira akıtan aileler bu parayı bir araya getirseler bir milyon çocuğu okutacak sayıda okul-üniversite yaptırıp tüm masraflarını karşıladıktan sonra bir de kendilerinden sonra gelecek kuşaklara armağan edemezler mi?

Bakın daha özel üniversiteleri hesaba dahi katmadık.

Tahiminen bir 100 Milyar TL de özel okullara para ödüyor aileler.

Üstüne üstlük  son derece düşük hesaplanmış bir rakam. Tahminim bu rakamın 500 Milyar TL olduğudur.

300 Milyar TL… Özel eğitime bir milyon çocuğu ilkokuldan başlatıp üniversiteden mezun etmek için harcanan para.. .

Bir de buna devletin her sene eğitime harcadığı 120 Milyar TL dahil değil… Yani 16 (yıl) x120 Milyar TL=1920 Milyar TL! Neredeyse İki Trilyon TL!

Yani bu şu demek oluyor: Bizler bir araya gelip aklımızı ortak bir biçimde işletemiyoruz diye birileri zengin oluyor ve devlet dengeli ve eşit dağıttığında maliyeti çok daha az olacak kaliteli eğitim hiçbir zaman herkes için mümkün olamıyor.

Sadece tek bir neslin özel okul ve üniversitedeki maliyeti  ile en kaliteli eğitime sahip olabiliriz. Bunun sadece 10 çocuktan birisine nasip olması demek 9 çocuğa harcanak para ile zengin olan okul sahipleri ve eğitimcilerle açıklanabilir.  Bir de çocuklarını “özel” hissetmek isteyen velilerle!

ÇÖZÜM İÇİN ORTAK AKLIMIZI KULLANALIM

Bu aptallığa bir son vermek neden mümkün olamıyor?

Neden veliler ve devlet bir araya gelip kaynakları çok daha verimli ve çok daha sonuca yönelik olarak değerlendirmek için formüller oluşturamıyor?

Mesela devletin sağlık sektöründe yapmış olduğu gibi , devletin sahip olacağı ama özel sektörün işleteceği ve parasız olacak çok kaliteli devlet liseleri ve üniversiteleri neden açılmıyor?

Sağlıkta son derece başarılı olmuş bir sitemi neden eğitime uyarlamayalım?

Ya da devlet neden ailelerin özel okullara ve hazırlık için harcadığı paraları kaynak olarak aktarılabilecek vakıflar kurulmasını düşünmez? Teşvik etmez? Sağlık sektöründeki formül gibi devlet adına vakıflar kurulsa ve halkın yönetimine verilse bu vakıflar. Vakıflar özel sektörle işbirliği ile işletmelerini yaparak en iyi eğitim modellerini geliştirebilir… kurumsallık sayesinde sonraki neslillere bırakılmış olur bu kaynaklar aptalca kurslarda heba edileceğine…

Belki de  eğitim kooperatifleri kurulabilir? Örneğin ailelerin bir araya gelip okullar kurabileceği veya işletebileceği kooperatifler kurulamaz mı? İnsanlar çocukları doğduğu andan itibaren üye olabilir ve aidat ödeyebilir. En iyi hocaların yetişmesi için kaynaklar oluşturulabilir. Eğitim konusunda araştırmalar yapacak, yöntemler geliştirecek enstitüler kurulabilir. Çocuk okuduğu süre boyunca aidatlar ödenir ve mezuniyet sonrasında okullardaki kooperatif hissesi yeni çocuğu olanlara devredilir. Bırakın para kaybetmeyi, insanlar çocuklarını okutup hisselerini devrettiklerinde para bile kazanabilirler. (Bu yazıyı yazdıktan sonra yayınlamak üzereyken internette araştırma yaptım ve gördüm ki aklın yol birmiş. Benim gibi veliler için geç olsa da eğer okula yeni başlamış ya da başlamak üzere veliler varsa tavsiyem konuyu bir araştırın ve bu işe girişin. Şu linkte bu konuya ilişkin temel bilgiler var… tıklayınız…  Ayrıca kuruluşa ilişki şöyle bir link de var…)

Ödediğimiz paralarla okulu satın alabilecekken ya da birkaç okul kurabilecekken saçma sapan bir rekabet ve karşındakinden üstün olma hırsıyla hayatlarımızı birilerinden daha havalı bir etikete sahip olmak için heba ediyoruz.

Esas sınav masum çocukları baştan kaybedecekleri bir sınava tabi tutmak değil, böyle bir çözüm için kafa patlatmak ve dünyada var olmayan bir sistemi yapacak cesareti toplamak ve uygulamaktadır. Yani hakiki sınavdan çakanlar biz velileriz. Biz devleti yöneten yetişkinleriz, eğitimcileriz, sorum(n)lu olanlarız…

Bu nesili iyi yetiştiremezsek yazık edeceğiz kendimize. Çünkü şu an sahip olduğumuz genç nüfus bir daha Türkiye toplumunda bu sayıya erişemeyecek… Kendi kendimizi yok ediyoruz. 3000 tane lisenin sadece 10-15 tanesine girmek için saçma sapan bir sınav stresi ve kaybolan enerjilerle kendimizi yok ediyoruz. Geride kalan 2985 liseyi nasıl güzelleştireceğiz diye düşünmüyor ve bütçemiz ne kadarına yetiyorsa özel okullara koşuyoruz.

Sınavlarda kazanın da kaybedenin de aslında toptan kaybettiği bir sisteme mahkum olmamalıyız. En kötüsü de çocuklarımızı da mahkum etmemeliyiz. Harcanan milyarlarca paraya rağmen doğru dürüst ve dünyada işe yarayan bir eğitim verebilsek çocuklarımıza gam yemeyeceğim.  Ama işe dahi yaramayan güdük bir eğitim sisteminde, sonuçta uğruna harcanan milyarlar da olsa işe yaramıyor.

Temel felsefesi sınavı kazanmak olan ama içerikten ve hakiki bilgi ve bilgelikten yoksun bir eğitim sistemi sadece ziyanlıktır. Ülkenin kaynakları ve enerjisi bir etiket elmak için heba olup gidiyor.

Ama bizler ne kadar aklımızdan uzak ve akıldışı davranırsak çozuklarımız da bundan münezzeh olamıyor. Bizim deliliğimiz onların da deliliğine neden oluyor. Delilik dışında aklımızla hareket edebildiğimiz günlerin gelmesi dileğiyle

1 2 3 4›»

Recent Posts

  • Şimdi Oluşan Sorunlar İçin Neden Geçmişe Bakılıyor? – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler 1
  • Masumiyetten Canavarlığa! – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler
  • Email Protection | Cloudflare
  • Vicdan, Suçluluk ve Kader Üzerine – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler
  • Gizlilik Politikası – Aile Dizimi Terapisi & Sertifikalı Eğitimler

Recent Comments

No comments to show.

Archives

  • February 2025
  • December 2024
  • November 2024
  • October 2024
  • September 2024
  • August 2024
  • October 2023
  • June 2023
  • March 2023
  • January 2023
  • December 2022
  • September 2022
  • August 2022
  • July 2022
  • May 2022
  • December 2021
  • October 2021
  • September 2021
  • August 2021
  • July 2021

Categories

  • Sertifikalı
© twilighttimecapsule.com 2025
Powered by WordPress • Themify WordPress Themes